16 Nisan 2016 Cumartesi

Atatürk ve Modern Türkiye Düşmanlığının Kaynakları

Bugünkü  Atatürk , Cumhuriyet , modern T.C ve Misaki Milli düşmanlığı ve bölücülüğünün ardından yatanların pek çok ve çeşitli sebebi olabilir hiç şüphesiz .

Bu akşam  okuduğum  bir  alıntı metin  , bana  bu düşmanlığın büyük bir  kuyruk acısının devamında geldiğini ve  beklendiğini kanıtlar niteliktedir .  Aynı zamanda  neredeyse  90 yıldır , ama ziyadesiyle  Atatürk'ün ölümünden itibaren  adım adım , sabırla ve intikam umuduyla beklendiğini de  anlatıyor gibi ...

Dönemin çok zor şartlarında  nasıl kurulduğunu hepimizin bildiği bu güzel Ülkemizin  çağdaş modern demokratik bir cumhuriyet  olarak gelişmesi kalkınması ve temelleri sağlam olarak ayakta kalması için altyapısının da sağlam olması gerektiğinden şüphesi olmayan  Atatürk  aşağıda adı geçen kitabın oluşturulmasını istemiş , oluşumuna kendisi de katkı vermiştir.

Bu bu kitap  , ilk olarak Prof. Dr. . Afet  İnan tarafından 'Vatandaş İçin Medeni Bilgiler' adıyla 1930 yılında yayınlanmıştır. Maarif Vekaleti, Milli Talim ve Terbiye Dairesinin 7.9.1931 tarih ve 2197 sayılı kararıyla orta okul ve liselerden ders kitabı olarak okutulan 'Vatandaş İçin Medeni Bilgiler'in büyük bir bölümü Gazi Mustafa Kemal tarafından kaleme alınan belgelere dayanmaktadır.

Kitaptan bazı alıntıları  aşağıda   yorumsuz paylaşıyorum .

Satır  aralarında ki bugün güncel olarak karşımıza çıkan  büyük problemlerin aslında hem bir ön görüsü için  Vatandaşlara  bir uyarı , aynı zamanda  muhteşem bir analiz  ve bilgilendirme  niteliğinde  

Değerlendirme ve yorumu okuyucular kendileri yapabilir , sorunların temeline işaret olarak algıladığım kimi noktarın alına parantez içinde notlarımı düşüyorum .

Benin bu metinlere dair  küçük eleştirim , içeriğin dozajında  " Türk Milliyetçiliği " kavramının  ve dozajının fazla oranda verilmiş olmasıdır . 



ALINTILAR  (Vatandaş İçin Medeni Bilgiler)

"Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti tablosunda bunun aksini görmekteyiz.

Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri, Ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeğe mecburdular. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin adeta bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan dini hırs ve siyasetlerine âlet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da Allah kelimesinin îlâsı (yüceltilmesi) parolası altında Hıristiyan milletlerini idareleri altına geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.

(Burada  din kavramı ve  ortaya çıkardığı  binlerce yıllık gerçeklerine yönelik  çok ciddi bir vurgu ,çok cesur ve ciddi bir eleştiri söz konusu . Laiklik kavramının neden bu kadar önemli olduğunun da kanıtı bu aslında . Ve tabi hepsinden önemlisi günümüzde  Atatürk düşmanlığının nereden geldiğinin de bir başka kanıtlarından biri de bu olsa gerek )

Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek kuvvetli bir millet yaptılar. Mısır'da belirsiz bir adamı 'Halifedir' diye yok ettiler, hırkasıdır diye bir palas pâreyi hilâfet alâmeti ve imtiyazı olarak altın sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. Millî duyguyu boğan, fânî Dünya'ya kıymet verdirmeyen, sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten sonra Âhiret'te kavuşacağını vaat ve temin eden dinî akîde ve dinî his, millet uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mânî olamadı. Bu feci manzara karşısında kalanlara kendilerinden evvel ölenlerin Ahiret'teki saadetlerini düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek Âhiret hayatına kavuşmak telkin eden din hissi, Dünya'nın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin vicdanındaki çadırını yıktı. Davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine gitti. Türk vicdan-ı umûmîsi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle (açıklıkla, ferahlıkla), büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün millî hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, Cennet'i değil, eski, hakîkî büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra.

( Ciddi din eleştirisi devamı )

Türk milleti, millî hissi dînî hisle değil, fakat insanî hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında millî hissin yanında insanî hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir (öğünür). 

Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyetin, bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetin hududu din kitaplarında aranabilir. İlâhî hukuka mütenit bir mutlakıyet kaidesi önünde demokrasi prensibinin ilk aldığı vaziyet mütevâzîdir. O, evvela hükümdarı devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdîde, mutlakıyeti kaldırmağa çalıştı. Bu çalışma 400-500 sene evvelinden başlar. Evvela kuvvetin milletten geldiği ve kuvvete gayrı muktedir bir ele düşerse iştirak etmesiyledir.

(Monarşi ve din birlikteliğinin tarih boyunca insanlara verdiği büyük zaraların altını çizen harika bir tespit ... )

b) Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman âleti mürteci beyinsizden maada, hiçbir millet  ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hâsıl etmemiştir. Çünkü, bu millet efradı  da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.

( Maalesef bu samimi ve içten olduğunu düşündüğümüz  düşünce  ve satrılarda ki ifadeler ile bugün ülkenin içinde bulunduğu  etnik içerikli durum aynı değil , bunun şüphesiz çok yönlü sorumluları var ...)

Millet tarifi :  " ...her millete uyabilecek bir tarifi biz de alalım:
A. Zengin bir hâtıra mirasına sahip bulunan;
B. Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte samimi olan;
C. Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri  müşterek olan insanların birleşmesinden  vücuda gelen cemiyete millet namı verilir. 

( Bugün yukarıda anılan  B ve C  şıkların çok ciddi erozyona uğradığı aşikar olduğuna göre  başımızın neden ciddi belada olduğu da anlaşılıyor sanırım ) 

Demokrasi Hakkında :

Demokrasi fikrinin muhteviyatı ve mânası hakkında lâyıkıyle tenevvür için onun  kısaca tarihini hatırlatmak faideli olur.  Bundan en aşağı 7000 sene evvel, Mezopotamya'da , ilk beşeriyetin  medeniyetlerinden birini kuran Sumer, Elam ve Akat kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik , olunmuştur. Filhakika, bu Türk kavimler, müttehit bir cumhuriyet  teşkil etmişlerdir. Bundan sonra, Atina ve Isparta gibi Yunan şehirleri, bir nevi   demokrasi ile idare olunurlardı. 

( Burada  Sümer , Akat  gibi  Antik medeniyet ve kavimlerin  etnik köken anlamında Türklük ile  özdeşleştirilme ifadesi  ilginç bir unsur olarak görünüyor .  Bugün bilinen en büyük Sümerolog olan Muazzez İlmiye Çığ'ın da  Atatürk tarafından  yurt dışına giden ilk öğrenci ekibi içinde olması ve sonrasında ortaya çıkardığı eserler de  bu durumu destekler nitelikte ...)
"

...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder