Bugünkü Atatürk , Cumhuriyet , modern T.C ve Misaki Milli düşmanlığı ve bölücülüğünün ardından yatanların pek çok ve çeşitli sebebi olabilir hiç şüphesiz .
Bu akşam okuduğum bir alıntı metin , bana bu düşmanlığın büyük bir kuyruk acısının devamında geldiğini ve beklendiğini kanıtlar niteliktedir . Aynı zamanda neredeyse 90 yıldır , ama ziyadesiyle Atatürk'ün ölümünden itibaren adım adım , sabırla ve intikam umuduyla beklendiğini de anlatıyor gibi ...
Dönemin çok zor şartlarında nasıl kurulduğunu hepimizin bildiği bu güzel Ülkemizin çağdaş modern demokratik bir cumhuriyet olarak gelişmesi kalkınması ve temelleri sağlam olarak ayakta kalması için altyapısının da sağlam olması gerektiğinden şüphesi olmayan Atatürk aşağıda adı geçen kitabın oluşturulmasını istemiş , oluşumuna kendisi de katkı vermiştir.
Bu bu kitap , ilk
olarak Prof. Dr. . Afet İnan tarafından
'Vatandaş İçin Medeni Bilgiler' adıyla 1930 yılında yayınlanmıştır. Maarif
Vekaleti, Milli Talim ve Terbiye Dairesinin 7.9.1931 tarih ve 2197 sayılı
kararıyla orta okul ve liselerden ders kitabı olarak okutulan 'Vatandaş İçin
Medeni Bilgiler'in büyük bir bölümü Gazi Mustafa Kemal tarafından kaleme alınan
belgelere dayanmaktadır.
Kitaptan bazı alıntıları aşağıda yorumsuz paylaşıyorum .
Satır aralarında ki bugün güncel olarak karşımıza çıkan büyük problemlerin aslında hem bir ön görüsü için Vatandaşlara bir uyarı , aynı zamanda muhteşem bir analiz ve bilgilendirme niteliğinde
Değerlendirme ve yorumu okuyucular kendileri yapabilir , sorunların temeline işaret olarak algıladığım kimi noktarın alına parantez içinde notlarımı düşüyorum .
Benin bu metinlere dair küçük eleştirim , içeriğin dozajında " Türk Milliyetçiliği " kavramının ve dozajının fazla oranda verilmiş olmasıdır .
ALINTILAR (Vatandaş İçin Medeni Bilgiler)
"Din birliğinin de bir millet teşkilinde müessir
olduğunu söyleyenler vardır. Fakat biz, bizim gözümüz önündeki Türk milleti
tablosunda bunun aksini görmekteyiz.
Türkler Arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir
millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra bu din, ne Arapların, ne aynı
dinde bulunan Acemlerin ve ne de Mısırlıların ve sâirenin Türklerle birleşip
bir millet teşkil etmelerine hiçbir tesir etmedi. Bilakis, Türk milletinin
milli rabıtalarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanlarını uyuşturdu. Bu
pek tabii idi. Çünkü, Muhammed'in kurduğu dinin gayesi, bütün milliyetlerin
fevkinde şamil bir Arap milliyeti siyasetine müncer oluyordu. Bu Arap fikri,
Ümmet kelimesi ile ifade olundu. Muhammed’in dinini kabul edenler, kendilerini
unutmağa, hayatlarını Allah kelimesinin her yerde yükseltilmesine hasretmeğe
mecburdular. Bununla beraber, Allah’a kendi milli lisanında değil, Allah’ın
Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadet ve münacatta bulunacaktı. Arapça
öğrenmedikçe Allah’a ne dediğini bilmeyecekti. Bu vaziyet karşısında Türk
milleti birçok asırlar ne yaptığını, ne yapacağını bilmeksizin adeta bir
kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'ân'ı ezberlemekten beyni sulanmış
hafızlara döndüler. Başlarına geçebilmiş olan haris serdarlar, Türk milletince
karışık, cahil hocalar ağzıyla ateş ve azap ile müthiş bir muamma halinde kalan
dini hırs ve siyasetlerine âlet ittihaz ettiler. Bir taraftan Arapları zorla
emirleri altına aldılar, bir taraftan Avrupa'da Allah kelimesinin îlâsı
(yüceltilmesi) parolası altında Hıristiyan milletlerini idareleri altına
geçirdiler, fakat onların dinlerine ve milliyetlerine ilişmeyi düşünmediler.
(Burada din kavramı ve ortaya çıkardığı binlerce yıllık gerçeklerine yönelik çok ciddi bir vurgu ,çok cesur ve ciddi bir eleştiri söz konusu . Laiklik kavramının neden bu kadar önemli olduğunun da kanıtı bu aslında . Ve tabi hepsinden önemlisi günümüzde Atatürk düşmanlığının nereden geldiğinin de bir başka kanıtlarından biri de bu olsa gerek )
Ne onları ümmet yaptılar, ne onlarla birleşerek kuvvetli bir
millet yaptılar. Mısır'da belirsiz bir adamı 'Halifedir' diye yok ettiler,
hırkasıdır diye bir palas pâreyi hilâfet alâmeti ve imtiyazı olarak altın
sandıklara koydular, halife oldular. Gâh şarka, gâh garba veya her tarafa
birden saldıra saldıra Türk milletini, topraklarını, menfaatlerini, benliğini
unutturacak, Allah’a mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde
uyuttular. Millî duyguyu boğan, fânî Dünya'ya kıymet verdirmeyen, sefaletler,
zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl hakiki saadete öldükten
sonra Âhiret'te kavuşacağını vaat ve temin eden dinî akîde ve dinî his, millet
uyandığı zaman onun şu acı hakikati görmesine mânî olamadı. Bu feci manzara
karşısında kalanlara kendilerinden evvel ölenlerin Ahiret'teki saadetlerini
düşünerek veya bir an evvel ölüm niyaz ederek Âhiret hayatına kavuşmak telkin
eden din hissi, Dünya'nın acısı duyulan tokadıyla derhal Türk milletinin
vicdanındaki çadırını yıktı. Davetlileri Türk düşmanları olan Arap çöllerine
gitti. Türk vicdan-ı umûmîsi, derhal, yüzlerce asırlık kudret ve küşayişiyle
(açıklıkla, ferahlıkla), büyük heyecanlarla çarpıyordu. Ne oldu? Türkün millî
hissi, artık ocağında ateşlenmişti. Artık Türk, Cennet'i değil, eski, hakîkî
büyük Türk cedlerinin mukaddes miraslarının son Türk ellerinin müdafaa ve
muhafazasını düşünüyordu. İşte din hissinin Türk milletinde bıraktığı hatıra.
( Ciddi din eleştirisi devamı )
Türk milleti, millî hissi dînî hisle değil, fakat insanî
hisle yan yana düşünmekten zevk alır, vicdanında millî hissin yanında insanî
hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle müftehirdir (öğünür).
Kralların ve padişahların istibdadına dinler mesnet
olmuştur. Krallar, halifeler, padişahlar etraflarını alan papazlar, hocalar
tarafından yapılmış teşviklerle, ilâhî hukuka istinat etmişlerdir. Hâkimiyetin,
bu hükümdarlara Allah tarafından verilmiş olduğu nazariyesi uydurulmuştur. Buna
göre, hükümdar, ancak Allah’a karşı mesuldür. Kudret ve hakimiyetin hududu din
kitaplarında aranabilir. İlâhî hukuka mütenit bir mutlakıyet kaidesi önünde
demokrasi prensibinin ilk aldığı vaziyet mütevâzîdir. O, evvela hükümdarı
devirmeğe değil, onun yalnız kuvvetlerini tahdîde, mutlakıyeti kaldırmağa
çalıştı. Bu çalışma 400-500 sene evvelinden başlar. Evvela kuvvetin milletten
geldiği ve kuvvete gayrı muktedir bir ele düşerse iştirak etmesiyledir.
(Monarşi ve din birlikteliğinin tarih boyunca insanlara verdiği büyük zaraların altını çizen harika bir tespit ... )
b) Bugünkü Türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde
kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lâzlık fikri veya Boşnaklık fikri
propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat
devirleri mahsulü olan bu yanlış tevsimler, birkaç düşman âleti mürteci beyinsizden
maada, hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hâsıl etmemiştir.
Çünkü, bu millet efradı da umum Türk camiası gibi aynı müşterek maziye, tarihe,
ahlâka, hukuka sahip bulunuyorlar.
( Maalesef bu samimi ve içten olduğunu düşündüğümüz düşünce ve satrılarda ki ifadeler ile bugün ülkenin içinde bulunduğu etnik içerikli durum aynı değil , bunun şüphesiz çok yönlü sorumluları var ...)
Millet tarifi : " ...her millete uyabilecek bir tarifi biz de alalım:
A. Zengin bir hâtıra mirasına sahip bulunan;
B. Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatte
samimi olan;
C. Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam
hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.
( Bugün yukarıda anılan B ve C şıkların çok ciddi erozyona uğradığı aşikar olduğuna göre başımızın neden ciddi belada olduğu da anlaşılıyor sanırım )
Demokrasi Hakkında :
Demokrasi fikrinin muhteviyatı ve mânası hakkında
lâyıkıyle tenevvür için onun kısaca
tarihini hatırlatmak faideli olur. Bundan
en aşağı 7000 sene evvel, Mezopotamya'da , ilk beşeriyetin medeniyetlerinden birini kuran Sumer, Elam ve Akat
kavimlerinde demokrasi prensibi tatbik , olunmuştur. Filhakika, bu Türk
kavimler, müttehit bir cumhuriyet teşkil
etmişlerdir. Bundan sonra, Atina ve Isparta gibi Yunan şehirleri, bir nevi demokrasi ile idare olunurlardı.
( Burada Sümer , Akat gibi Antik medeniyet ve kavimlerin etnik köken anlamında Türklük ile özdeşleştirilme ifadesi ilginç bir unsur olarak görünüyor . Bugün bilinen en büyük Sümerolog olan Muazzez İlmiye Çığ'ın da Atatürk tarafından yurt dışına giden ilk öğrenci ekibi içinde olması ve sonrasında ortaya çıkardığı eserler de bu durumu destekler nitelikte ...)
"
...